1994 Kadınca dergisinde yayınlanan röportaj

Bazı şeyler yavaş yavaş değişecek


Bana Belediye başkanlığı teklifinin getirilme nedeni, kişiliğimdi. Belediye başkanlığını kazanacağım düşünülüyordu. Ama olay ilerledikçe eskiden yaptığım çalışmalarıma ‘dur’ denilmesi gündeme geldi. Yasalar var. Programlar yasaklandı. Şu ana kadar yürüttüğüm konserlere, dünya turlarına, adaylığımın büyük sekte vuracağı ortaya çıktı. Bu beni çok rahatsız etti. 10 gündür bu sorunu bir yere oturtmaya çalışıyorum. Vazgeçmemdeki ilk çıkış noktam bu. İkincisi kadro sorunuydu. Çok ciddi bir kadro sıkıntısı doğdu. Yapmak istediklerimi gerçekleştirebilmek için kadroya ihtiyacım vardı. Önümüzdeki kısa zamanda da bunu yapmak mümkün değildi. Bu konuyu daha önce belediye başkanlığı yapmış, partide deneyimli insanlara da danıştım. Bana daha önce verilen sözler birbirinin üzerine oturmamaya başladı. Bunun üzerine Sayın Tansu Çiller’in yanına eşimle birlikte çıktım. Uzun uzun konuştuk. Bu konuşmadan o da, biz de mutsuz ayrıldık. Ben bu işe girişirken oy alacağımı, belediye başkanlığını kazanacağımı ve çok iyi icraatlar yapabileceğimi düşünüyordum. Hazırladığım bir program vardı. Ancak hizmet ve parti anlayışının birbirine karışmış olduğunun farkına vardım. Partiye yakınlıkla, hizmet kavramı eş değer tutuluyordu. Bu bende çok büyük bir sıkıntı yarattı. Çünkü ben parti değil, hizmet adamıyım. Ama hizmet ateşi küllenmiş değil.
 


Hayır, ben temel prensipler yüzünden bir geri adım attım. Bir sonraki olay için kadroları oluşturmaya başlıyorum. Bu olayın ne olduğunu şimdilik bilmiyorum.
 


Ben hayatta hiçbir şey vaad etmedim. Vaad müessesine hayatım boyunca inanmadım. Benim geçmişim ortada. Şunu yapacağım, bunu yapacağım diye ortaya çıksaydım o zaman Barış, politikaya ne kadar çabuk alışmış derlerdi. İnsanlar çıkıp söz verir, beş yıl sonrada giderler. Kontrol mekanizması sağlıklı olarak işlemediği için ne yapılıp, ne yapılmadığını da göremezsiniz. Yaptığınız şeyler, sağlam, somut şeylerse, bunlara dayanarak Ben bunları yaptım, bana inanıyormusunuz diyebilirsiniz. İnsanlar bana baktığı zaman yapacağıma inanıyorsa oy vereceklerdi. Daha sonra da hadi bakalım diyeceklerdi. Kadıköy, Türkiye’nin en şanslı ilçelerinden biri. Diğer ilçelerle kıyaslarsanız çok az sorunu var. En iyi durumdaki ilk üç ilçeden biri. Çok iyi hizmetler verilmiş. Ben bunu devam ettirmeyi, bunun yanında çok fazla düşünülmemiş konulara el atmayı hedefliyordum. Yeni bir paylaşma programı getirmeyi hedeflemiştik. Hemşehrilik bilincini kazandırmak için, yaşlılara ve gençlere yönelik projelerimiz vardı. Yaşlıları ilçemiz sınırları içinde ücretsiz seyahat ettirecektik. Gençler için rahatça dergi, kitap, gazete okuyacakları gençlik merkezlerini kurmak, Salı Pazarı yakınlarında bir aşevi açmak da projelerimiz arasındaydı. Köylerdeki imece olayını şehire taşıyacaktık.
 


Hayır, şarkılar bahanedir. Ben laf olsun diye şarkı söyledim. Ben bir iletişim adamıyım. Şarkılar bir yoldur. Fotoğraf makinası gibi bir araçtır. Bir yere gitmek için kapıyı açıyor, gönülleri açıyor. İnsanları mutlu kılıyor. Şarkılarla insanları tanımak mümkün. Bunun 25 sene önce farkına vardım. Bana, pop müziği, Türkçe sözlü hafif müziği sanatçısı yaftası yapıştırarak öyle kalmamı istedi çok genç bir magazin kültürü. Ben de onu Madem öyle siz daha iyi biliyorsunuz diyerek devam ettirdim. Altı yıl sonra şarkılarımın yanısıra yaşlılarla, çocuklarla, ailelerle ilgili program yapmaya başladım. Ona da Barış Manço’nun çocuk programı dediler. Birileri herhalde bazı şeyleri benden iyi biliyor ki, bana bir sürü sıfatlar takılıyor. Adaylığım sırasında Barış, şarkı söylüyor. Ondan adaylık önerildi diyenler oldu. Buna üç yaşındakı çocuklar bile inanmaz. Şarkıcılığın bununla hiçbir ilgisi yok. Kaldı ki benim sesimin güzelliğide tartışılır. Önemli olan şarkıcılığım değil, bugüne kadar verdiğimiz mesajlardı.
 


Artık bu aşamada olaya romantik bakmıyorum. Bozulmuş bozulacağı kadar. Bundan sonra İstanbul’un bozulması beni rahatsız ediyor dersem, Selahattin Pınar’ın şarkısında olduğu gibi Daha önceleri nerelerdeydiniz? diye sorarlar insana. İstanbul 1960’lardan sonra bozulmaya başladı. Demokrat Parti döneminde garip bir inşaat türü başladı. Mimarlık ortadan kalktı, inşaat sektörü hakim oldu. Bu tam 30 sene sürdü. 1960-70’li yıllar arasında bir katliama dönüştü. 1980’li yıllarda ise olay durdu. Bundan sonraki yapılanlar devede kulaktır. Benim oturmakta olduğum ev de Moda’da kalan son üç evden birisidir.
 


Ben onları savunmak adına söylemiyorum. Aynı ülkede yaşıyoruz. Bir insanın Siirt’te doğmuş olması, onan Siirt’te olmasını gerektirmez. Ona kalırsa İstanbul’un yarısı Bodrum’da oturuyor. İnsanların yalnız ekmek kaygısıyla değil, daha fazla televizyon kanalını izlemek, gazetelerin en son baskısını okumak gibi bir arzuları olabileceği düşünülmüyor. Bunun yerine Dağdan gelip, bağdakini kovdular derseniz o kadar muhabbet görürsünüz. İnsanlara artık Siz gelin ben size tapu vereceğim gibi vaadlerin boş olduğu zaten ortaya çıkıyor. Bununla da politikacıların oy aldığını sanmıyorum. 15 parti giriyor seçimlere. Bu 15’e bölünmüş olmak demektir. Prensipte sağ-sol bir de orta vardı; bir de bunların aşırıları olsun. Bilemedin beşte biter. Beş yerine 15 parti varsa, gerçek kaygı duyulması gereken nokta budur. O insanlara hemşehrilik bilincini vermek gerekiyor. Onları veremiyorsanız, onlara yol, doğalgaz, otobüs gidemiyorsa bu onların değil belediyenin kabahatidir. İnsanlara niye kalkıp oradan geliyorsunuz deme hakkına kimse sahip değildir. Geldiği andan itibaren ona hizmet götürmemiz gerekir.
 


Sonuçta vatandaş haksızlığa uğruyor. Tapu olarak verilen şey üç-beş metrekarelik bir şeydir. Onu fazla gözde büyütmemek lazım. Öyle aman aman tapular dağıtılması söz konusu değil. Etnik sıkıntılar var. Bunu pompalıyorlar. Bizler ve onlar konusu uçurum olarak aramıza giriyor. Artık o insanlar buralı. Hiç hayal görmeyelim gecekonduları ortadan kaldırmaya da, yıkmaya da, doğal gaz vermeye de kimsenin gücü yetmez. Önemli olan o insanlara hemşehrilik bilincini kazandırmak.
 


Bu kavramın yara aldığı bir gerçek. Sadık olmak da çok matah bir şeymiş gibi gösteriliyor. Erol Evgin’in bu konuda bir dergide bir beyanatı vardı. Karısının ve kendisinin kelaynak kuşları gibi olduğunu söylemişti. Gerçekten de öyle. Bizler kelaynaklar gibiyiz. Koruma altına alınmalıyız. İşimizi doğru dürüst yapıyoruz. Şayet başarı diye bir kıstas varsa her gün onun üzerine koyuyoruz. Bu arada nikahlı karımızı çok seviyoruz. Nikahlı karınızı sevmek bir sıfat oldu artık. Çevrenize bakın Mutlu bir çift varmı? Sanat dünyasında Erol ve benim dışımda kimse yok. Politik kaygılarla apar topar yapılan evliliklerden bahsetmiyorum. Bunun örneklerini görüyoruz. Herhalde siz benim ne demek isteğimi anladınız. Nafaka vermeye gerek duymadan beraber yaşadığımız karılarımız ve çocuklarımızla biz korunma altına alınması gereken insanlarız. Adam gibi yaşıyoruz. Aynı şeyi Zülfü Livaneli de bir söyleşide söylemiş. Bizler Mohikanlar’ın sonuncusu gibi olduk artık.
 


Çok önemli bir kavram. Çekicilikle çok ilgili. Bu olay göz zinası düzeyinde ise ben çok da karşı değilim. Güzellikler varsa ve ortaya konuluyorsa bakılabilir. Bu kimseye zarar vermiyor. Bu gözleri Allah bize bakalım diye vermiş. O güzellikleri de Allah yaratıyor zaten. Göz kapağı da koymuş ama gözlerinizi kapatın anlamına gelmiyor. Cinselliği salt bedensel temas olarak düşünüyorsanız bu biraz kişisel yargılarla orantılı. Benim öyle bir spora merakım yok. Benim spor olsun diye, her gece bir başka güzel hatunla sağda solda görüneyim diye bir sıkıntım yok. Böyle durumlarda bazı değerleri vardır insanların. Manevi değerlerini sarsması lazım. Eğer bunları sarsabilecek kadar alt yapı zayıfsa, o adamın ciddi sorunları vardır. Eğer sarsabilecek kadar önemli üçüncü bir şahıs karşınıza gelirse o bir tecellidir. İnsan da kendi kendine muhasebesini yapar. Bu durumda neyi kazanıp, neyi kaybedeceğini düşünür. Düşerse de ağlamaz.
 


Artık erkek haklarına gelsek ne olur?
 


Bakın beni yıllarca antifeminist gösterdiler. İnsan haklarına gelelim diyorum ben. Tabii ki kadın doğuştan haklı. Kadın doğuran bir varlıktır, haklı olun odur. Ama bu cevap sizin için fazla romantik olabilir.
 


Benim cevabım da bu üzgünüm. Kadın hakları denilerek ortaya çıkınca da üzülüyorum. Kadın beni doğurma hakkına sahip bir varlık. Özet bakışım bu. Kocasından dayak yiyen kadını ortaya çıkarırsanız, Hıbır’daki bir karikatürlerde olduğu gibi kocasının ayağını yıkayan kadınları ortaya çıkarırsanız; bu insanlıkla ilgili bir sorun derim. İnsanlıktan nasibini alamayanların ortaya koyduğu fiiller. Bunun neresini tartışacağız. İnsanlık dışı bir uygulama bu. Kalkıp bu konuda ne düşünüyorsunuz dendiği zaman ağrıma gidiyor. İşin kötüsü televizyonlardaki programlarda böyle insanlar ekrana getiriliyor. Kadınım değil mi, döverim de severim diyor. Bazı şeyler yavaş yavaş değişecek.

Sibel Günes

Hazirlayan Ercan Demirel ve Hakan Tuna